18 Kasım 2011 Cuma

Canım torunum için yapıyorum bu sepeti...

Canımın Canı bak bu sepet de bitti...Seni çok seviyoruz...

15 Kasım 2011 Salı

Altın yastığı

Torunumun doğumunda kullanmak için ellerimle diktiğim, tasarladığım altın yastığını sizlerle paylaşmak istedim.Hazırlarken o kadar çok keyif aldım ki...

Kompozisyon ve yaşam...


Kompozisyon ve yaşam…

 

14 Kasım 2011 Pazartesi
aercan@bursahakimiyet.com.tr

Kompozisyon ve yaşam… Birkaç hafta önce kompozisyon yazmanın önemine değinmiştim, bununla ilgili o kadar güzel sözler duydum ki…
Aslında herkes aynı şeyi soruyormuş kendine “Evet ya, bu ders niçin kalktı?”
“Öğretmenlerin yanlış tutumlarının öğrencilerde oluşturduğu bıkkınlığa” değinmiştim o yazımda.
Bana pek çok geri bildirim geldi.
Her zaman bana ilham veren, sevgili dostum, değerli büyüğümden de geldi.
Kendisine özellikle teşekkür ederim katkılarından ve güzel sözlerinden dolayı.
Çok ilginç bir saptamada bulunmuş.
Düşüncelerini biraz komik, biraz küfürlü yorumlarla dile getirilen “sözlüklerden” birinde rastlamış.
“Öğrencilerin bir yazı türü olarak tanıdığını, ortaokuldaki Türkçe öğretmeninin bu kavramın içeriğini veremediğini, lise sınıflarında kemikleşen bu bilginin düzeltilemediğini” söylüyor.
O kadar haklı ki…
İlkokuldan ortaokula gelen çocukta, belki bu kavram yerine oturmamış olabilir!!!
Sınavın %30 ya da %40’lık bölümünü oluşturan bir konu nasıl olur da ortaokulda öğrencinin kafasında hala bir “yazı türü olarak “kalır, gerçekten anlamak zor.
Hadi orada bunun öğretmen farkına vardıramadı,diyelim.
Hoş, böyle bir umursamazlığın mazereti olmaz ama neyse…
9.sınıfta edebiyat öğretmeni hiçbir şeyi öğretmese bile en azından bunun bir “yazı türü” olmadığını herkesin kafasında yer edinceye kadar bıkmadan, usanmadan anlatması gerekmez mi?...
Üzerine yazı türlerini anlatmak, o türlerin özelliklerini de kavratmak zorunda çünkü. Dershanenin işi değil ki bilgileri kavratmak, zihinlerine yerleştirmek…
Bunun yeri, okuldaki sınıftır.
Kompozisyonun ne demek olduğunu anlatırken, kıyafetlerinin, sınıfın, okulun, evde yerleştirdiğimiz mobilyaların düzenini düşünmelerini sonra da anlatmalarını, söylerdim.
Buralardaki uyumsuzlukların verdiği rahatsızlıkla, düşüncelerimizi anlatırken oluşan uyumsuzlukların yarattığı rahatsızlığın aynı olduğunu, aslında “uyum” olduğunun farkına vardırırdım.
Gözümüze hoş gelmeyen, bizde estetik bir zevk oluşturmayan her alanın kompozisyonda başarısız olduğuna değinir; yaşamın içinden, doğadan örneklerle öğrencilerin çevrelerine farklı bakmaya başlamalarını sağlardım.
Benim gibi pek çok arkadaşımın bu konuyu, ilk dersten itibaren böyle anlatmaya başladığından eminim.
Öğretmenlerin yeterli anlatmamalarından, kavratmamalarından, yanlış tutumlarından kaynaklandığını üzerine basa basa yineleyen arkadaşımı asıl üzen, yine o sözlüklerde rastladığı bir cümle olmuş.
“Yazmaktan korkan, kaleme asla dokunmayan, kompozisyon denen şeyden iğrenen nesiller yetişiyor..”
Gerçekten ürkütücü.
Bana göre, bu ders, haftada bir saat da olsa tekrar konmalı, öğrencilere sevdirilmeli…
Zaten yeni kuşaklar okumaktan uzaklar; bir de kendini, duygularını, düşüncelerini ifade edecek yazmaktan uzak olmasınlar… 

7 Kasım 2011 Pazartesi

Mustafa Kemal Atatürk'e saygı...


Mustafa Kemal Atatürk'e saygı…

 

07 Kasım 2011 Pazartesi
aercan@bursahakimiyet.com.tr

Mustafa Kemal Atatürk Birini anlayabilmek, önce onu tanımakla sağlanır.
Bu tanıma, ille de kendisiyle yüz yüze konuşmak değildir.
Tanımanın pek çok yolları vardır.
Yazılarından, yaptığı işlerden, kendi gözlemlerimizden,…
Bunlar, en sağlıklı olanlarıdır.
Tanımadığımız, tanımak istemediğimiz insanlarla ilgili önyargılı, kulaktan dolma, çoğu zaman da günün modası haline gelmiş bakış açılarıyla değerlendirmek hayatta yapılacak en büyük hatadır.
Sıradan insanlar için bu kadar yanlış olan bu yaklaşım, bulunduğu coğrafyada ülkemize yöneticileriyle birlikte saygınlık kazandıran, onları lider konumuna getiren, temelleri demokrasiyle atılmış bir cumhuriyeti bize emanet eden Atatürk'ü, onun nezdinde  tüm şehitlerimizi, devlet adamlarımızı da anlamanın ve onlara saygılı olmanın ne kadar önemli olduğunu görmemek imkansız.
"Saygı, kişinin var oluşunu ve o var oluşun sınırlarını koşulsuz kabul ederek ilişki kurmak ve bu ilişkiyi devam ettirmeyi isteme duygusudur."
"Sevgi, seven ve sevilen arasına özel bir duyguyu, niyeti ifade eder. Seven kişi, sevdiğinin olabileceğinin en iyisi olarak gelişebilmesi ve böylece potansiyelini gerçekleştirerek mutlu olabilmesi için eylem içindedir. Bunun karşılığında hiç bir şey beklemez. Sevdiğinin mutlu olması, seveni mutlu eder." diyor Doğan Cüceloğlu bir yazısında.
İnsanın insana saygısı, bir toplumun huzuru, gelişmişliği, geleceğinin teminatı için çok önemli bir durumdur.
Hal böyleyken,  ülkesindeki insanların büyük bir çoğunluğu tarafından hem sevilen hem saygı duyulan bir insanla ilgili görüşlerimizi,  düşüncelerimizi açıklarken dikkatli olmak, yürekleri yaralamama "saygısı"nı da gösterilmelidir.
Bu özeni göstermeyen, "eleştiriyorum", "düşünce özgürlüğümü kullanıyorum" adı altında dünyadaki örnekleriyle kıyaslamadan, son günlerin modasına uyup Atatürk'e neredeyse hakaret eden "aydınların", kendileri gibi düşünmeyen toplum kesimlerine de saygısı yoktur, diyebiliriz.
Zira saygı; "ilişki kurmak, bu ilişkiyi devam ettirmeyi isteme duygusu" ise bu modanın öncüleri, toplumun bu kesimiyle böyle bir ilişki içinde olmayı reddediyor; diyalog, ilişki içinde olmak istemiyorlar, demektir.
Düşüncedeki saygı eksikliği, davranışlara dönüşmesin aman!
Bu tür tutumların bizi nereye götüreceği de artık saklı, gizli değil.
Acaba hedeflenen son nokta "o götürülmek istenen yer" mi?
Her gününüz bayram sevinci ve coşkusuyla geçsin, saygı ve sevgi yaşamınızı doldursun, Kurban Bayramınız kutlu olsun…