17 Şubat 2013 Pazar

1921'den 2010'a, 1. Maarif Kongresi'nden 18. Milli Eğitim Şurası'na


1921’den 2010’a, 1. Maarif Kongresi’nden 18. Milli Eğitim Şurası’na



 


08 Kasım 2010 Pazartesi

aercan@bursahakimiyet.com.tr


1921’den 2010’a, 1. Maarif Kongresi’nden 18. Milli Eğitim Şurası’na Yunan ordusu, Anadolu içlerine doğru ilerlemektedir.
1921 yazında Eskişehir’i de ele geçirmiştir.
Mustafa Kemal Paşa, ordumuzu planlı bir şekilde Sakarya Nehri gerisine çekmektedir.
Temmuz 1921’de Yunan ordusu Eskişehir’den çıkmış, doğuya doğru ilerlemektedir.
Durum çok kritiktir.
Ankara’da herkes huzursuzdur.
Kayseri’ye doğru göç başlamıştır.
23 Ağustos ve 13 Eylül 1921 Sakarya Savaşı’yla yirmi iki gün süren var oluşla yok oluş mücadelesi vardır.
Yarbay Nazım, 14 Temmuz 1921 günü, bir taraftan 1800 m yüksekliğindeki Yumruçal ve Nasuhçal tepelerini savunma hattı olarak hazırlamaktadır ertesi günü şehit olacağını düşünmeden…
Diğer tarafta  yurdun dört bir yanından Ankara’ya gelen 250’den fazla erkek ve kadın öğretmen bir araya gelmiş, çocuklarımızın daha iyi bir eğitim alması için savaşmaktadır.
Mustafa Kemal, cepheden gelerek kongreyi açmış, öğretmenlerin tek tek elini sıkmış, açış konuşmasını yapmıştır. (Akyüz,1997)
İşte böylesine hassas ve kritik günlerin yaşandığı bir dönemde, barış dönemindeymişçesine 15-21 Temmuz (1921) tarihleri arasında Mustafa Kemal Atatürk, I. Maarif Kongresi’ni toplamıştır.
Türk öğretmen temsilcilerini bir araya getirmiştir.
Kimler yoktur ki bu kongrede; Ziya Gökalp Bey, Köprülü Zade Fuat Bey, kongrenin muharriri Yakup Kadri Bey, Bursa’dan İsmail Hakkı Bey…
Cumhuriyet döneminin eğitimine temel oluşturacak kararları alırlar.
Mustafa Kemal Atatürk, bağımsızlığımızı kazanma mücadelesini verdiğimiz, İstiklâl Savaşı’nın en kritik günlerinde bir yandan cumhuriyetimizi kurma çalışmalarını sürdürürken, diğer yandan millî eğitim sistemimizin esaslarını belirleme çalışmalarına yönelmiştir.
1921 yılında Ankara’da toplanan 1. Maarif Kongresi’nin eğitim tarihimiz içinde bundan dolayı önemli bir yeri vardır.
Bu kongre; okul ve öğrenci mevcudunu tespit etmek, bu konuda yapılması gereken çalışmaları belirlemek ve eğitime millî bir yön vermek amacıyla toplanmıştır.
Eğitim tarihimizde bir dönemin başlangıcı olarak görülmesi gereken bu kongrede Atatürk, eğitim, bilim ve kültür alanındaki düşüncelerini, yapılacak inkılapların esaslarını, öğretmenler için neler düşündüğünü ve onlardan neler beklediğini anlatan tarihî bir konuşma yapmıştır.
Bu yüzden, 10 Kasım’lar nereden nereye geldiğimizi anlama, bizi bugünlere taşıyan isimsiz, kahraman öğretmenlerimizi, düşünenlerimizi, askerlerimizi, yoktan var olmayı başarmış halkımızı Atatürk’ün nezdinde anma ve onlara şükranlarımızı sunma günüdür. 


         



Orjinal Kaynak: http://www.bursahakimiyet.com.tr/1921%e2%80%99den-2010%e2%80%99a%2c-1--Maarif-Kongresi%e2%80%99nden-18--Milli-E%c4%9fitim-%c5%9euras%c4%b1%e2%80%99na.aspx?mid=7165#ixzz14ihbMk4g

Öğrencinin bitmeyen çilesi!






                                             29 Aralık 2008 Pazartesi 

Sabah erkenden kalkar, hazırlanır, okula gidersin.
Birinci ders,ikinci ders… derken tüm gün o dersten çıkar, bu derse girersin her gelen öğretmen sadece kendi dersini düşündüğü için aktiftir,dinamiktir. Sense bir sonraki dersleri düşünmekten kendini alamazsın ödevi çok olan dersler sonraki saatlerdeyse hele bir de akşamdan yapılamamışsa anlatılan konuya kendini vermen mümkün olmaz.
Hep bir boşluk kollarsın, öğretmen tahtaya döndüğü anda sıranın altındaki deftere ya da kitaba uzanır elin, derken kendini ödeve kaptırırsın, öğretmenin sana baktığını bile fark etmez, yakalanırsın.
Artık öğretmenin insafına sığınırsın, bu arada defterin sayfalarını çöp kutusundan toplamak en zorudur. Azar işitmek, uyarılmak hafif kalır yanında. Bir de bunun veli görüşmesinde anneye veya babaya duyurulması da vardır. Artık ne o anlatılan dersten ne de ödevi yapılan dersten hiçbir fayda yoktur. Bu da her iki dersteki başarıyı etkiler.O zaman ödevlerin ne zaman, nasıl, hangi yöntemlerle yapıldığını bu bölümde ele alacağız.



Atatürk diyor ki

Okul genç beyinlere; insanlığa hürmeti, millet ve memleket sevgisini, şerefi, bağımsızlığı öğretir. Bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için takip edilecek en uygun, en güvenli yolu öğretir. Memleket ve milleti kurtarmaya çalışanların aynı zamanda mesleklerinde birer namuslu uzman ve birer bilgin olmaları lazımdır. Bunu sağlayan okuldur.
Mustafa Kemal ATATÜRK (1922 Bursa)






Merhaba,

Değerli okurlar,sizlerle her hafta pazartesi günleri bu köşede buluşacak olmanın keyfini yaşıyorum şu anda. Her hafta öğrencilerimle, öğretmen arkadaşlarımla, değerli velilerimizle konuşacağız, dertleşeceğiz, paylaşacağız. Paylaştıkça mutluluklarımız, bilgilerimiz artacak sıkıntılarımız azalacak. Bu köşe, bir şekilde eğitim dünyasının içinde olan herkesindir. Sizlerle  uzun zamanlarda birlikte olmak dileğiyle…



Okulu sevmek

Sevgi öyle bir duygu ki bizden hiç karşılık beklemiyor, kendimizi mutlu, huzurlu ve güvende hissetmemizi sağlıyor, içimiz yaşam  sevinciyle doluyor.
Sevgi çok boyutlu bir duygudur. Anne, baba, kardeş, doğa, yurt… diye bunu sıralayabiliriz ama biz burada OKUL u sevmekten söz edeceğiz. Yaşamımızın ilk yıllarından itibaren başladığımız bu ortamı sevmek çok önemlidir. Okuldaki başarının altında yatan büyük sırrın okulu, sınıfı, o ortamı sevmek olduğu bir gerçek.
Bu konuyla ilgili görüşlerinizi bizimle paylaşabilirsiniz ve bu konuyu daha geliştirebiliriz.




UZMAN GÖRÜŞÜ

Okulu sevdirelim

Çocuğumuz, pek çok şey öğreneceği okulu elbette sevmelidir. Bu sayede okula zevkle gidecek, daha bilgili ve donanımlı yetişecektir.
Okuldaki arkadaşlıkları ve oyun saatlerini abartarak sanki okulu bir eğlence yeriymiş gibi algılamasını önleyelim.
Sevdiği ilgi alanları da olabilir ama derslerini ihmal etmemelidir.
Her gün okulda neler  yaptığını ve öğrendiğini sorarak bu kuruma önem verdiğimizi göstermeliyiz.
Evde, okul konusunda endişeli tavır alınmasının ve bunun çocuk tarafından bilinmesinin başarısızlığa sebep olacağını bilmeliyiz.




Veli olmak

Dönemin sonuna doğru geldiğimiz şu günler, çocuklarımız kadar anne babalar için de çok önemli. Öğrencilerde karne notlarına yaklaşmanın getirdiği stresin, acaba karneye kaç gelecek endişesinin yoğun yaşandığı günler. Onlardaki bu duygular sevgili anne babaları da zaman zaman bunaltıyor, üzüyor.
Çocuğuyla  geçirdiği zaman, babaya göre daha uzun olmasından dolayı özellikle anneye daha çok iş düşüyor.  Onun sıkıntılarını paylaşması, anne babanın beklentilerinin yüksekliğinden kaynaklanan baskıyı kaldırması bakımından annenin rolü büyük. Peki bu durumlarda anneler ne yapmalı, gözünden bile sakındığı yavrusuna nasıl yardımcı olmalı?




GÜLÜMSE
“Babası, Ayşe'ye sorar:
-Hayvanların çıkardığı seslere ne denir?
Ayşe cevaplar:
-Köpek havlar, kedi miyavlar, beygir kişner,eşek anırır, horoz öter, kuzu meler, aslan kükrer, öküz möler.
-Aferin Ayşe. Peki balık ne yapar?
Ayşe biraz düşünür, sonra gülerek cevaplar:
-balık da tavada cızırdar babacım.”
“ÇOCUĞUMUZLA BİRLİKTE GÜLELİM AMA ASLA ONA GÜLMEYELİM”





Öğretmenliğin ruhu

“İyi bir öğretmen olmak için herhangi bir branşı bilmek, hatta onun biricik alimi sayılmak, hiçbir zaman yetmez. Fakat şurası da muhakkak ki okuttuğu dersi  tam olarak bilmeyen bir öğretmen başka bin türlü meziyete sahip olsa bile beklenen sonuç alınamaz. Öğretmenin en büyük müfettişi öğrencisidir. Yüzlerce kafada günlerce, aylarca tartışıldıktan sonra öğretmenle ilgili görüşler ortaya çıkar, öğrenci, öğretmene ona göre tavır sergiler.”(Vasfi Mahir Kocatürk)
“OKUL, HAYATA HAZIRLANIŞ DEĞİL, HAYATIN KENDİSİDİR.”  (F. Chatelain)




Yeni yılın sınav takvimi belli oldu

Milli Eğitim Bakanlığı'nın 2009 yılı sınav takvimi açıklandı. Buna göre SBS İlköğretim 6. sınıflar için 13 Haziran 7. sınıflar için 7 Haziran ve 8. sınıflar için 6 Haziran'da düzenlenecek. İlköğretim 5. sınıf ile liselerin 9, 10 ve 11. sınıflarında okuyan öğrencilerin katıldığı Devlet Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavı (DPY) 3 Mayıs tarihinde gerçekleştirilecek. Yeni yılda yapılacak 29 sınavdan bazılarının tarihleri ise şöyle:
- Açık İlköğretim Okulu 1. Dönem Sonu Sınavı, Açık Öğretim Lisesi1. Dönem Sonu Sınavı, Mesleki Açık Öğretim Lisesi 1. Dönem Sonu Sınavı: 24-25 Ocak
- Motorlu Taşıt Sürücü Adayları Sınavı (2009/1): 14 Şubat 2009
- Açık İlköğretim Okulu 2. Dönem Sonu Sınavı: 11-12 Nisan 2009
- Motorlu Taşıt Sürücü Adayları Sınavı (2009/2): 18 Nisan 2009
- Açık Öğretim Lisesi 2. Dönem Sonu Sınavı, Mesleki Açıköğretim Lisesi 2. Dönem Sonu Sınavı, Açık İlköğretim Okulu Not Yükseltme Sınavı:
16-17 Mayıs 2009
- Seviye Belirleme Sınavı (8. sınıf), Devlet Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavı (8. Sınıf), Polis Koleji Aday Tespit Sınavı: 6 Haziran 2009
- Seviye Belirleme Sınavı (7. sınıf), Devlet Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavı (7. Sınıf): 7 Haziran 2009
- Seviye Belirleme Sınavı (6. Sınıf), Devlet Parasız Yatılılık ve Bursluluk Sınavı (6. Sınıfı): 13 Haziran 2009

aercan@bursahakimiyet.com.tr

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun

25 Ekim 2010 Pazartesi

aercan@bursahakimiyet.com.tr


29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 87. yıldönümünde, Cumhuriyetin bir öğretmeni olarak “Cumhuriyetimizin temel değerlerinin yaşatılıyor hatta daha da sağlamlaştırılarak gelecek kuşaklara aktarılıyor olmasından” duyduğum mutluluğu, gönül rahatlığı ile söylemek isterdim.
 “Acaba gerçekten zor günler bizi bekliyor mu?” kuşkusunu duymadan elbette.
Çoğu zaman içimde umut filizleri oluşmaya başlasa da pek uzun sürmüyor nedense.
Son günlerde “okul”larla ilgili pek iç açıcı olmayan haberler yer alıyor basında.
Anayasa profesörlerinin, hukukla yaşamını geçirmiş insanların bile uzun uzun tartıştığı, henüz netleştiremediği konularda bırakın üniversite öğrencilerini, ilköğretim öğrencilerimizin bile bu kadar bilgili ve kararlı olması ayrıca düşündürüyor beni.
Okulların siyasetin içinde bu denli olması, bilgi edinme, irfan yuvası olması gereken yerlerin böyle bir durumda kalması gerçekten hem üzücü hem düşündürücü.
Şunu anlıyorum ki okullar; ilk önce, her şeyden önce öğrencilere, onların ana babalarına yasalara uygun davranmanın bizleri demokrasiye götüren en gerçek yol olduğunu anlatmalı.
Bireysel özgürlüklerimizin yasalarla sınırlandırılmış olması aslında, bizim güvencemiz olduğu bilinci oluşturulmalı.
Yine de bunun hiçbir şey yapılamaz anlamı taşımadığını, sorunlarımıza siyasilerin mutlaka bir çözüm getireceği inancının korunması gerektiği anlatılmalı.
Siyasilerimiz de bu güvene layık olmaya çalışmalı.
Fikir, düşünce ayrılıklarının olmasının doğal olduğunu, dünyaya bakışın, yaşam tarzlarının farklı olmasının “beş parmağın beşi bir mi” sözüyle zaten toplumumuzda yerinin olduğunu; “gelin canlar bir olalım” anlayışıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde “bir” olduğumuzu unutmamak gerektiğini evde ana babalar, okulda biz öğretmenler anlatmalıyız çocuklarımıza.
“Görüşlerine katılmasak da saygı duymayı” öğrenmeli, öğretmeliyiz.
Geleceğe daha güzel, daha umut dolu bakabilmeyi, kendimizi, ailemizi, ülkemizi kalkınmış, refah düzeyi gelişmiş bir hale getirmeyi amaç edinmeli çocuklarımız.
Mustafa Kemal Atatürk ve onun değerli yol arkadaşlarının bize emanet ettiği ülkemizi her şeye rağmen korumanın ve daha da ileriye taşımanın birinci görevimiz olduğunu hep anımsamamız gerektiğini anlamalı, anlatmalıyız.
100. yıla doğru giderken bu sıkıntılar bir an önce son bulsun,
“Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun,
  Olursa bir şikayet ölümden olsun”
  Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun….


         



Orjinal Kaynak: http://www.bursahakimiyet.com.tr/29-Ekim-Cumhuriyet-Bayram%c4%b1-kutlu-olsun.aspx?mid=7012#ixzz14Li0HuYA

Öğrenci velisi olmak

02 Şubat 2009 Pazartesi
aercan@bursahakimiyet.com.tr

Öğrenci velisi olmak

-->
Değerli okuyucular, neden bu başlık altında haftalardır sizlere ulaşmaya çalıştığımı izah etmek istiyorum. Çocuklarımız, doğduğu andan itibaren onların anneleri, babalarıyız ve o andan itibaren de yaşamımızın odak noktasıdırlar, adeta kendimizi onlara adarız. İşimizle, beslenmemizle, alışverişimizle …. daha pek çok konularla ilgili kararlarımızı alırken hemen çocuğumuzu da düşünürüz. Onlar bizim her şeyimizdirler. Bundan kimsenin şüphesi yok. Yavrularımızın birey olarak kişiliklerinin oluşmaya başladığı ilk ortam da evleridir, aileleridir. Ne zaman okul çağı gelmiştir ki işte o günden sonra sadece anne baba değil, artık veli de olmuşuzdur. Bu noktada sorumluluklarımızın alanı genişlemeye başlar. Şimdiye kadar eğer ilk çocuksa deneye yanıla, daha az hata yapma çabasıyla anne baba olmayı öğrenmişizdir. Üstün Dökmen’in dediği gibi ”önemli olan hata yapmamak değil, yapılan hatalardan ders almak, tecrübe kazanmaktır.” İlk günlerde elimizden düşmeyen bebeklerle ilgili ansiklopediler, kitaplar yavaş yavaş raflardaki yerini almıştır. Ne var ki okuldaki görevimiz nedir? Okulla , öğretmenle nasıl bir iletişime girmeliyim? Okulla ev hayatı arasında nasıl köprü olmalıyım? Öğretmenle konuşurken hangi konulara ağırlık vermeliyim,evde okul çalışmalarına katkım nasıl, ne kadar olmalı?... sorularının yanıtlarını da yine hatalarımızla öğreniriz. Bir anlamda el yordamıdır bu öğrenme. Keşke o okula değil de şu okula gönderseydik ya da öğretmeniyle şu konuları konuşsaydık gibi daha çoğaltabileceğimiz keşkelerimiz hep olmuştur. O zaman pek sorun gibi görünmeyen hatalarımız, ilerleyen sınıflarda sınıfta ders dinlememe, ödev yapmama, arkadaşlarıyla ilgilendiği için anlatılan derslerden başarısız olma… gibi pek çok soruna neden olabiliyor. Hatta çocuğumuzun yaşamını, seçtiği ya da seçmek zorunda kaldığı mesleğinden dolayı geleceğini etkilediği gibi yaşamının her alanındaki mutsuzluklarını belirleyecek sınavlardaki başarısına kadar uzanabilir. Bundan dolayıdır ki veli olmak önemli bir iştir. Haftalardır ısrarla “veli olmanın” önemi üzerinde durmamın sebebi budur. Zira yaşamımızdaki huzurun, mutlulukların, başarıların hatta ruh ve beden sağlığımızın kaynağı; bilgili, bilinçli,çocuğuna gerek evde gerekse okulla ilgili konularda nasıl davranması gerektiğini bilen, huzurlu bir ortam yaratma başarısına ulaşmış anne babaların kurduğu aile ortamıdır. Buradaki ortam, biz yetişkinlerin iş yaşamında, çocuklarımızın da okul yaşamındaki başarının temelini oluşturur.
ÇOCUĞUMUZA ZAMAN AYIRALIM
“Amerika’da elektrikli sandalyedeki idam mahkumuna son sözü sorulduğunda, etrafındaki gazetecilere, fotoğrafçılara, hapishane görevlilerine baktıktan sonra, acı bir sesle:”Eğer çocukluğumda, gençliğimde başta annem babam olmak üzere yakınlarım tarafından, bana bu derece ilgi gösterilmiş olunsaydı, bugün bu mahkum sandalyesinde olmazdım.”
-Sevgi ve ilgimizin çocuğumuzun yetişmesinde etkili olabilmesi için ona zaman ayıralım,
-Çocuklarımızla onların bizim ilgi ve sevgimize değer verecekleri bir ilişki kuralım,
-İlişki kurmada geç kalmayalım.
-Çocuğumuzla müzelere, hayvanat bahçesine gidelim.
-Birlikte film, belgesel izleyelim; birlikte yorumlayalım.
-Köylere, kırlara götürelim, oraların yaşamını, hayvanları, bitkileri görsün, gözlemlesin
-Oyun ortamı oluşturalım
-Oyun; değişik seçenekler,imkanlar ve problem çözme becerisi kazandırır.
-Oyunlarına katılalım
-Akıllı ebeveynler çocuklarına bebekliklerinden gençliklerine kadar beraber oynamak için zaman ayırırlar.
-Böylece onun kendine güvenini artırmış olurlar.
Biraz da oyun
Söz oyundan açılmışken okulların tatil olduğu bu günlerde çocuklarımızla zaman geçirmek adına bir oyun da ben vereyim. Adı “Dikkat Oyunu” istenilen sayıda kişiyle oynanır. Herhangi bir resim seçilir, ona dikkatle bakılır, sonra resim kapatılır, akılda kalan şeyler bir yere yazılır.herkes aynı işlemi yapar. Oyunun sonunda kağıda yazılanlarla resim karşılaştırılır. Kim en çok şey hatırlayabilmişse oyunu o kazanır. Kazananın ödülü sevgimizi anlatan bir söz, davranış… olunca paylaşılan o anın güzelliği de hiçbir şeyle değişilmez elbette.
Atatürk diyor ki!
Bir milletin kültürü yükseldikçe kişisel hürriyetin uygulama sahaları genişler ve çoğalır.(Medeni Bilgiler ve M.K. Atatürk'ün El Yazıları, AKDTYK., Araştırma Merkezi Yayını,Ankara,2000,s.550)

<!--[if !supportLineBreakNewLine]-->
<!--[endif]-->

Kompozisyon ve yaşam...


Kompozisyon ve yaşam…


 

14 Kasım 2011 Pazartesi
aercan@bursahakimiyet.com.tr

Kompozisyon ve yaşam… Birkaç hafta önce kompozisyon yazmanın önemine değinmiştim, bununla ilgili o kadar güzel sözler duydum ki…
Aslında herkes aynı şeyi soruyormuş kendine “Evet ya, bu ders niçin kalktı?”
“Öğretmenlerin yanlış tutumlarının öğrencilerde oluşturduğu bıkkınlığa” değinmiştim o yazımda.
Bana pek çok geri bildirim geldi.
Her zaman bana ilham veren, sevgili dostum, değerli büyüğümden de geldi.
Kendisine özellikle teşekkür ederim katkılarından ve güzel sözlerinden dolayı.
Çok ilginç bir saptamada bulunmuş.
Düşüncelerini biraz komik, biraz küfürlü yorumlarla dile getirilen “sözlüklerden” birinde rastlamış.
“Öğrencilerin bir yazı türü olarak tanıdığını, ortaokuldaki Türkçe öğretmeninin bu kavramın içeriğini veremediğini, lise sınıflarında kemikleşen bu bilginin düzeltilemediğini” söylüyor.
O kadar haklı ki…
İlkokuldan ortaokula gelen çocukta, belki bu kavram yerine oturmamış olabilir!!!
Sınavın %30 ya da %40’lık bölümünü oluşturan bir konu nasıl olur da ortaokulda öğrencinin kafasında hala bir “yazı türü olarak “kalır, gerçekten anlamak zor.
Hadi orada bunun öğretmen farkına vardıramadı,diyelim.
Hoş, böyle bir umursamazlığın mazereti olmaz ama neyse…
9.sınıfta edebiyat öğretmeni hiçbir şeyi öğretmese bile en azından bunun bir “yazı türü” olmadığını herkesin kafasında yer edinceye kadar bıkmadan, usanmadan anlatması gerekmez mi?...
Üzerine yazı türlerini anlatmak, o türlerin özelliklerini de kavratmak zorunda çünkü. Dershanenin işi değil ki bilgileri kavratmak, zihinlerine yerleştirmek…
Bunun yeri, okuldaki sınıftır.
Kompozisyonun ne demek olduğunu anlatırken, kıyafetlerinin, sınıfın, okulun, evde yerleştirdiğimiz mobilyaların düzenini düşünmelerini sonra da anlatmalarını, söylerdim.
Buralardaki uyumsuzlukların verdiği rahatsızlıkla, düşüncelerimizi anlatırken oluşan uyumsuzlukların yarattığı rahatsızlığın aynı olduğunu, aslında “uyum” olduğunun farkına vardırırdım.
Gözümüze hoş gelmeyen, bizde estetik bir zevk oluşturmayan her alanın kompozisyonda başarısız olduğuna değinir; yaşamın içinden, doğadan örneklerle öğrencilerin çevrelerine farklı bakmaya başlamalarını sağlardım.
Benim gibi pek çok arkadaşımın bu konuyu, ilk dersten itibaren böyle anlatmaya başladığından eminim.
Öğretmenlerin yeterli anlatmamalarından, kavratmamalarından, yanlış tutumlarından kaynaklandığını üzerine basa basa yineleyen arkadaşımı asıl üzen, yine o sözlüklerde rastladığı bir cümle olmuş.
“Yazmaktan korkan, kaleme asla dokunmayan, kompozisyon denen şeyden iğrenen nesiller yetişiyor..”
Gerçekten ürkütücü.
Bana göre, bu ders, haftada bir saat da olsa tekrar konmalı, öğrencilere sevdirilmeli…
Zaten yeni kuşaklar okumaktan uzaklar; bir de kendini, duygularını, düşüncelerini ifade edecek yazmaktan uzak olmasınlar… 

Öğretmenler nerede?



Öğretmenler nerede?


04 Ekim 2011 Salı
aercan@bursahakimiyet.com.tr


Öğretmenler nerede? Öğretmen olmak için okullarımızda okurken bize, “Ülkemizin varlığının özgürce sürdürülebilmesi için onun yasalarına, yönetmeliklerine, tebliğlerine saygılı olmamızın, sahip çıkmamızın yanında onları bilmemizin de önemli olduğu,
Derslerimizi bu esaslar doğrultusunda işlememiz gerektiği öğretildi.”
Tebliğler dergilerinde yayımlanan esaslar, yol göstericimiz, öğrencilerimizin başarısına giden yolda rehberimiz oldu.
Biz de o esaslara göre yaptık yıllık, ünite ve günlük planlarımızı.
Dünyayı sevmeyi, ona sahip çıkmayı; insanları ayrım yapmaksızın önemsemeyi, ülkemizi her şeyin üstünde tutmayı öğrendik, öğrettik.
Köylerdeki çocuklarımızın yeri geldi saçını kestik, elini yüzünü yıkamayı;
Annelerine, babalarına çocuklarını sevmenin, sevdiğini söylemenin, onlarla ilgilenmenin önemini öğrettik,
Okula gelme fırsatını yakalayamamış yetişkinlerimize kendilerine, evlerine, yemeklerine, sosyal yaşamlarına, bahçelerine, tarlalarına dair bilgi edinmenin yollarını öğrettik,
Karne parası dahi veremeyecek çocuklarımıza, aldığımız üç kuruşluk maaşla gereksinimlerini karşılamaları için yardımcı olmaya çalıştık,
Kendimiz her türlü sıkıntıyı yaşarken, sınıfın kapısında bunları bırakıp var gücümüzle, öğrenmek için bizi bekleyen öğrencilerimize anlattık konuları saatlerce…
Evdeki çocuklarımıza, onlara verdiğimiz kadar emek veremedik,
Ateşler içindeyken onlar, arkamıza bakmadan koştuk okuldaki çocuklarımızın yanına.
Kendi çocuklarımızı da en az bizim kadar ilgileneceğinden emin olduğumuz onların öğretmenlerine emanet ettik,
Yaşamın maddi yükü omuzlarımıza her geçen gün tüm ağırlığını verirken,
Ay sonunu getirmekte zorlanırken, öğrencilerimizin sırtına terlemiş mi, alnına ateşi var mı, diye bakmayı ihmal etmedik;
Bugün derste dalgındı bir derdi mi var, diye kafa yorduk,
Annelerine babalarına çocuklarının bilmedikleri, göremedikleri yönlerini anlattık, kabullenmekte zorlananlarına günlerce izah ettik.
Gece yarılarına kadar eğlenemedik, konserlere gidemedik; oturup evde, gelen uykuyu atlatarak ertesi günün planlarını yaptık.
Hangi öğrencime öğrenmesi için nasıl yardımcı olmalıyım, diye düşündük.
Tüm kalbimizle yaptıklarımızın karşılığında kimseden hiçbir şey beklemedik,
Onların gözlerindeki öğrenmenin verdiği ışıltı en büyük mükafatımız oldu.
Amirlerimizden gelecek birkaç güzel söz bile bu gözlerin yerini alamadı…
Biz bunları öğrenirken, bildiklerimizi öğrencilerimize öğretirken, tüm vicdan ve merhamet duygularımızla işimizi yaparken kimler neler yaptı, kimlere neler öğretildi bilmiyorum; ama kaçırılan meslektaşlarımın nerede ve nasıl olduklarını bilmek istiyorum.
Bu da bir öğretmen olarak en doğal hakkım olsa gerek….

Kompozisyon dersi niçin önemliydi?


Kompozisyon dersi niçin önemliydi?


 

31 Ekim 2011 Pazartesi
aercan@bursahakimiyet.com.tr

Kompozisyon dersi niçin önemliydi? “İyi yazmak demek, aynı zamanda iyi düşünmek, iyi duymak,iyi anlatmak; yani hem kafa hem ruh, hem de zevk sahibi olmak demektir.” BUFFON
Geçen haftaki yazımda “Kompozisyon dersinin önemi” üzerinde durmuş, bir filmden yola çıkarak bu dersin insan hayatının akışını nasıl değiştirdiğini, insanın hayata bakışını değiştirmede nasıl etkili olduğuna değinmiştim.
2004- 2005 Öğretim yılında, son kez okutulan  Türk Dili ve Edebiyatı dersinin adıyla birlikte içeriği de değişmişti.
“Türk Edebiyatı” ve “Dil ve Anlatım” olmak üzere iki ayrı ders haline gelmişti.
Böylece, Türk Dili ve Edebiyatı dersinin not ağırlığının %30’unu oluşturan Kompozisyon dersi de kaldırılmış oldu.
Kırılma burada yaşandı.
Öğrenciler, okulda da tıpkı dershanedeki gibi hem ders kitabında hem öğretmen desteğiyle, artık sadece test çalışmalarına yöneldi.
Bir konu üzerindeki duygularını, düşüncelerini, yorumlarını doğru sözcüklerin diziminden oluşmuş anlamlı tümceler ve onların bir araya gelmesinden oluşan paragraflarla değil; kendilerine hazır verilen beş seçenekli şıklarda, kendinden hiçbir şey katmadan sadece verilenler içinden doğru yanıtı bulmaktan ibaret bir yaşamın içinde oldu.
Alıntı paragraftaki görüşlere katılıp katılmadığına bakmaksızın, yorum yapma fırsatı verilmeksizin…
Bu dersin kaldırılması için nasıl bir sebep bulundu bilmiyorum ama benim gördüğüm, yaşadığım sebepler arasında en önemli neden, beni bile şaşırtan Edebiyat öğretmenlerin tutumlarıdır.
*Kompozisyon kağıtlarını okuyup değerlendirmek “zor” geldiği için “İkinci yazılıyı test yaptım. Zaten ÖSS’deki paragraf soruları kompozisyon sayılır” bahaneleri…
*Kağıdı değerlendirirken öğrencinin yazdıklarının tekniğe uygun olup olmadığına, konudan sapma yapıp yapmadığına bakmadan sadece “kendisi gibi” düşünüp düşünmediğine göre değerlendirmesi,
*Edebiyat bölümündeki örneklerden yararlanabilme ufkunu öğrencilere verememiş olmaları…
Bütün bu eksik ve yanlış tutumlar öğrencilerde bıkkınlıklara, “ben yazamıyorum” gibi özgüven kaybına neden oldu.
Velilerin de çocuğunun yaşadığı sıkıntılardan dolayı bu derse bakışı hep olumsuz oldu.
Toplumda olup bitenleri elbette sosyologlar analiz edip belki elli sene sonra sonuçlarını bulacaklardır.
Benim öngörüm, kendini tanımakta, anlatmakta; karşısındakini tanımaya çalışmada, anlamakta sıkıntıları olan insanların oluşturulduğudur.
Böylece birbirini tanımayan, anlamayan, anlamak istemeyen toplum olma yolunda hızla ilerlemekteyiz.


Kompozisyon dersi niçin önemliydi?


 

31 Ekim 2011 Pazartesi
aercan@bursahakimiyet.com.tr

Kompozisyon dersi niçin önemliydi? “İyi yazmak demek, aynı zamanda iyi düşünmek, iyi duymak,iyi anlatmak; yani hem kafa hem ruh, hem de zevk sahibi olmak demektir.” BUFFON
Geçen haftaki yazımda “Kompozisyon dersinin önemi” üzerinde durmuş, bir filmden yola çıkarak bu dersin insan hayatının akışını nasıl değiştirdiğini, insanın hayata bakışını değiştirmede nasıl etkili olduğuna değinmiştim.
2004- 2005 Öğretim yılında, son kez okutulan  Türk Dili ve Edebiyatı dersinin adıyla birlikte içeriği de değişmişti.
“Türk Edebiyatı” ve “Dil ve Anlatım” olmak üzere iki ayrı ders haline gelmişti.
Böylece, Türk Dili ve Edebiyatı dersinin not ağırlığının %30’unu oluşturan Kompozisyon dersi de kaldırılmış oldu.
Kırılma burada yaşandı.
Öğrenciler, okulda da tıpkı dershanedeki gibi hem ders kitabında hem öğretmen desteğiyle, artık sadece test çalışmalarına yöneldi.
Bir konu üzerindeki duygularını, düşüncelerini, yorumlarını doğru sözcüklerin diziminden oluşmuş anlamlı tümceler ve onların bir araya gelmesinden oluşan paragraflarla değil; kendilerine hazır verilen beş seçenekli şıklarda, kendinden hiçbir şey katmadan sadece verilenler içinden doğru yanıtı bulmaktan ibaret bir yaşamın içinde oldu.
Alıntı paragraftaki görüşlere katılıp katılmadığına bakmaksızın, yorum yapma fırsatı verilmeksizin…
Bu dersin kaldırılması için nasıl bir sebep bulundu bilmiyorum ama benim gördüğüm, yaşadığım sebepler arasında en önemli neden, beni bile şaşırtan Edebiyat öğretmenlerin tutumlarıdır.
*Kompozisyon kağıtlarını okuyup değerlendirmek “zor” geldiği için “İkinci yazılıyı test yaptım. Zaten ÖSS’deki paragraf soruları kompozisyon sayılır” bahaneleri…
*Kağıdı değerlendirirken öğrencinin yazdıklarının tekniğe uygun olup olmadığına, konudan sapma yapıp yapmadığına bakmadan sadece “kendisi gibi” düşünüp düşünmediğine göre değerlendirmesi,
*Edebiyat bölümündeki örneklerden yararlanabilme ufkunu öğrencilere verememiş olmaları…
Bütün bu eksik ve yanlış tutumlar öğrencilerde bıkkınlıklara, “ben yazamıyorum” gibi özgüven kaybına neden oldu.
Velilerin de çocuğunun yaşadığı sıkıntılardan dolayı bu derse bakışı hep olumsuz oldu.
Toplumda olup bitenleri elbette sosyologlar analiz edip belki elli sene sonra sonuçlarını bulacaklardır.
Benim öngörüm, kendini tanımakta, anlatmakta; karşısındakini tanımaya çalışmada, anlamakta sıkıntıları olan insanların oluşturulduğudur.
Böylece birbirini tanımayan, anlamayan, anlamak istemeyen toplum olma yolunda hızla ilerlemekteyiz.