Ben öğretmenim diyenlere |
23 Mart 2009 Pazartesi |
aercan@bursahakimiyet.com.tr |
Alnımızda bilgilerden bir çelenk,
Nura doğru can atan Türk genciyiz.
Yer yüzünde yoktur, olmaz Türk'e denk;
Korku bilmez soyumuz.
Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun;
Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun.
Candan açtık cehle karşı bir savaş,
Ey bu yolda ant içen genç arkadaş!
Öğren, öğret hakkı halka, gürle coş;
Durma durma koş.
Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun;
Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun
Ortaokulu bitirip liseyi nerede okuyacağımızı düşünme gereğini bile duymadan kendini öğretmen okulunda bulan biri olarak ben de dahil olmak üzere bizim kuşak öğretmenler, bugünün öğretmenlerinde hep bir şeylerin eksik olduğundan söz eder. Bence bu eksiklik, lise dönemimizde dört yıl bize verilen "nasıl öğretmen olmak gerek"tiğinin yanı sıra yukarıdaki marşta sözü edilen cehalete karşı açılan savaş için ant içmeden kendilerini sınıfta ders anlatırken bulmalarıdır.
Buna bir de normal orta okul, lise, herhangi bir üniversitenin uzaktan alakalı bir fakültesini bitirip aldığı altı aylık formasyonla okula gelmesi izlerse "öğretmenliğin ruhu" nu elbette kavrayamamış, bunu sadece "iş", "para kazanma" aracı, öğrenciyi ve veliyi "para makinesi" olarak görmüş; öğrenciye yaklaşımı, dersi anlatması veya "anlatmaması!" bu çerçevede oluşmuştur.
Bunun yanında hangi okuldan gelirse gelsin öğretmenlik idealizmi içinde olan nice değerli arkadaşların da olduğunu biliyorum. Hatta öğretmen liselerinden gelenlerden daha başarılı, mesleğinin değerlerine daha bağlı olanlarını da…
Oysa öğretmenliğin tarihi de çocuklarımızı iyi yetiştirmenin önemi de yeni değildir. Cumhuriyet öncesine bir göz atarsak, Batı uygarlığına ayak uydurmada mevcut eğitim anlayışının yetersizliğini ilk gören padişah olarak II. Mahmut döneminde, 1838 yılında, çocukların "rüşt" (ergenlik) yaşına kadar okuyabilmeleri için ortaokul düzeyinde rüştiyeler açılmıştır.
Çocuklar rüşt yaşına kadar bu okullarda öğrenim gördüler. 16 Mart 1848 tarihinde rüştiyelere öğretmen yetiştirmek üzere üç yıl süreli Darül Muallimin-i Rüşdi adını taşıyan bir okulun kurulduğunu görüyoruz. Üç başlı Osmanlı eğitim anlayışı içinde yerini ne kadar bulduğu da tartışılır elbette.
Bu tarih, öğretmen okullarının ilk kuruluş tarihi olarak kabul edilmektedir. Ve bu tarihe göre 16 Mart 2009 gününü öğretmen okullarının 161. kuruluş yıldönümü olarak kutladık. Ben bu hafta daha geniş ele alabilmek için geçen hafta bu konuya değinmedim.
Aslına bakılırsa bizim yetiştiğimiz öğretmen okulları Türkiye'de kalkınmanın, aydınlanmanın öncüsü olmuş "Köy Enstitüleri"nin kapatılmasından sonra onun kırıntılarını taşıyan okullardır. Ancak o kırıntıların bir zerresini bu gün öğretmen yetiştiren kurumlarda görebildiğimiz zaman mutlu oluyoruz.
Köy Enstitülüler, herkesin iyi bir yaşamı hak ettiği konusunda donanım ve bilinç kazanmış, kendilerine "köylü" ya da "Enstitülü" denmesine aldırmadan içinden çıktıkları yaşamın, köyün, köylünün kurtulması için daha okullarına gelir gelmez bu sorunlara eğilmeye,ilgilenmeye,onları iyileştirmeye başlamış,mesleğe atılırken de bu anlayışın taşıyıcısı olmuş eğitimcilerdir.
Köy Enstitüleri; köylünün aydınlanması, mesleğinde yani tarlasını ekip biçme, hayvanlarını besleyip barındırma konularında bilinçlenmesi, yıkık dökük okulları kendi elleriyle onarıp öğrencilerine "okul" sunmasının yanında pek çok değerli yazarlarımızın da yetişmesine olanak sağlamıştır.
Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Mehmet Başaran, Talip Apaydın… gibi edebiyat ve düşünce dünyamıza birbirinden değerli eserler vermiş daha nice değerli yazarlarımızı da yetiştirmiştir. Onlar da toplumu bilgilendirme, aydınlatma görevini üstlenmişlerdir. Siyasi hayatın kendilerine yaşattığı tüm olumsuzluklara rağmen. "Öğretmenliği" ele aldığım bu yazımda onları da anmadan geçemezdim.
Bu yüzdendir ki yazılarıma başladığım ilk haftalardan bu yana zaman zaman öğretmenlerle ilgili konulara değindim ancak "nasıl öğretmen olmalıyız?" sorusunun detaylarına giremesem de bundan sonraki haftalarda yine yeri geldikçe değinmeyi sürdürerek bize emanet edilen, geleceğimiz olan çocuklarımıza hiçbir menfaat gözetmeksizin yetiştirme sorumluluğu ve bilincinde olarak önce eğitip, sonra öğretmeliyiz.
Mesleğime olan tutkum, aşkım, sevgim ve saygım, lise eğitimimi dört yıl öğretmen okulunda almış olmam bu haftayı ona ayırmama neden oldu.
Umarım bakanıyla, sistemiyle, öğretmeniyle çocuklarını okutmak için çırpınan velilerimize en güzel olanakları sunarız. Nice 161. yıllara…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder