Hem velilere, hem öğrencilere |
19 Ekim 2009 Pazartesi |
aercan@bursahakimiyet.com.tr |
Geçen hafta, ödev konusunu, yapılması insanlık duygusu, gelenek ve yasa bakımında gerekli olan iş ve davranış olarak genel anlamda ele almış; bunun diğer anlamı olarak da okulda konuyu daha iyi anlamamız için öğretmenlerimizin verdikleri okul dışı çalışmalardır, demiştim.
Görev ise, bir nesne veya bir kimsenin yaptığı iştir. Bu işler, öğrenciler için okulla ilgili, evle ilgili olanlar diye de ayrılabilir. Yetişkinlerin de çalışma ve ev yaşamında gerçekleştirdikleri işlerdir görev. Bu durumda evde yapmamız için verilen derslerle ilgili ödevleri yapmak görevimiz oluyor. Tıpkı öğretmenin sınıfta dersi anlatması, doktorun hastasını muayene etmesi, polisin şehirde insanların güvenliğini sağlaması…gibi. Bütün meslek sahibi insanların yaptıkları, yapmak zorunda oldukları işler, onların görevidir. Yapmak zorunda olduğumuz işi en iyi şekilde, hakkını vererek yapmak, sonuç ne olursa olsun o sonucu üstlenme bilincine erişmek de sorumluluktur. Bizim en çok sıkıntı yaşadığımız konu da sorumluluk taşıma noktasında oluyor. Görevimiz olan işleri yapıyoruz, kimimiz bütün kalbini, beynini koyarak gerçekleştiriyor bunu. Bu tarz çalışma bilincinde olanlar azınlıkta ama; bu insanların değeri ne kadar biliniyor? Böyle bir duygunun toplumda niçin yerleşmiş olduğunu da ayrıca tartışmak gerekir. Sorumluluk duygusu sonradan öğrenilen, ailede, okulda görerek, kendisine verilerek geliştirilen bir duygu. Sevinmek, üzülmek… gibi doğuştan getirdiğimiz, kendini hemen gösteren bir olgu değil. Varsa bile çok derinlerde. Onu bulup çıkarmak biz eğitimcilerin, ebeveynlerin “görevi”. Bizim her dediğimizi yapan, bizim yönlendirmelerimize sorgulamadan uyan çocuklarımıza sorumluluk sahibi demek ne kadar doğru olur onu bilemiyorum. Kendisiyle ilgili kararları, deneyimleriyle, içinde hissederek değil; babasının ya da annesinin çizdiği yoldan alması veya onların söylediklerini, dikte ettiklerini aynen uygulaması onun sorumluluk taşıdığının göstergesi değildir. Çok hassas ve ince bir konu olan sorumluluk, yönlendirilerek yönetilme olgusuyla karıştırılmamalı. Sorumluluk; bireyselleşme sürecindeki çocuğun, gencin babası, annesi, öğretmeni, başkaları için değil; kendisi için bir şeyler yapması, motivasyon kaynağının kendisi olmasıdır. Elbette deneyimlerimizden yararlanmalarını sağlamak, yanlışla doğrunun ne olacağını göstermek bizim görevimiz; tercih hakkı, iyi ya da kötü sonucu yaşayıp kimseyi suçlamadan sonucu üstlenmek, yani sorumluluk, çocuğumuzun olmalıdır. Biz anne babaların en çok yakındıkları bir konudur “Yaşayacağı problemleri ben görüyorum, istiyorum ki problemi daha o yaşamadan ben onu uyarayım, çözüm yolunu söyleyeyim, hatta benim söylediklerimi aynen uygulasın, sorunu çözülsün, çocuğum üzülmesin.” “Üzülmesin!” işte anne babaları telaşlandıran en hassas nokta burası oluyor. Çocuğumuzun üzülmesi, mutsuz olması. Belki en haklı olduğumuz nokta da oluyor aynı zamanda. Ona yardım edelim derken bir de bakıyoruz ki söylediklerimizi aynen yapmasını ister hale gelmişiz. Demek oluyor ki anne baba olarak bizler de görevimiz nerede başlıyor, nerede bitiyor; sorumluluklarımızın sınırı ne olmalıdır? Noktasında daha bilinçli hale gelmeliyiz. Bizim kopyamız olan, yap dediklerimizi yapan, yapma dediklerimizi yapmayan, seçtiğimiz işe hatta eşe kadar söylediklerimizi uygulayan çocuklara mı sahip olmak istiyoruz? Burada durup düşünme sırası sevgili anne babalarda! Yanlışlarından,beceriksizliklerinden, çekingenliğinden,… yakındığımız çocuklarımızı biz yetiştirmedik mi? Haftaya görüşmek üzere! |
9 Eylül 2011 Cuma
Hem velilere hem öğrencilere
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder